İletişim

Psikolojik Perspektiften Suça Bakış

Nurefşan Yılmaz

Nurefşan Yılmaz

Uzman Klinik Psikolog


Nisan 18, 2020 tarihinde yayınlandı.



Suç, insanoğluyla birlikte var olmuştur. İnsanlık tarihinin ilk örneklerinden Habil Kabil olayı iki kardeş arasında gerçekleşen bir suçu resmeder. Eski çağlardan günümüze devam eden suç, bütün cezalara, caydırıcı yöntemlere, rehabilite programlarına rağmen neden hala varlığını sürdürüyor? Peki insanoğlunu bu kısırdöngüye sokan şey nedir? Bu soruyu cevaplamak üzere insan denen paradoks üzerine bir yolculuğa çıkalım.

İnsan dünyaya getirdiği biyolojik ve genetik mirasının üzerine her geçen gün yeni bir şeyler ekleyerek kişilik dediğimiz tamamen kendine özgü, edinim ve öğrenmelerle oluşan ve kişiyi dünyada bir yere konumlandıran olguyu oluşturuyor. Bu oluşumun ilk etabı anne karnında gelişirken, insanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren ebeveynlerin yetiştirme tutumuyla ikinci etabını tamamlar. Belki de önemi yeteri kadar anlaşılmayan bu etap suç etiyolojisinde kritik bir yere sahiptir. Yapılan araştırmalarda suça ve şiddete eğilimli olan insanların çocukluk yıllarında benzer öyküler dikkat çekmektedir. Genellikle yoğun şiddete maruz kalan, cinsel istismara uğrayan, duygusal açıdan ihmal ve istismar edilen ve aşırı otoriter anne baba tutumunun hüküm sürdüğü, sıkı bir disiplin altında büyüyen çocuklarda suça eğilim görülmektedir. Bu durum, kişinin özerkliğini kazanamamış, bağımlı bir kişilik geliştirmesine neden olurken organik anlamda beyinde hiç de azımsanmayacak etkiler oluşturduğu ortaya çıkarılmıştır. Yoğun şiddete (fiziksel, cinsel duygusal) maruz kalan kişilerin ön beyin bölgesinin yani frontal kortekslerinin –ki bu bölge empati, duygu ve dürtü kontrolü, muhakeme gibi mantıkî işlevlerin gerçekleştiği yer olup beynin fren sistemidir– olumsuz gelişimine neden olur bu da bu bölgenin az çalışması anlamına gelir. Hipofrontalite olarak adlandırılan bu durum kişilerin hayatlarının geri kalanında dürtülerini bastırabilme, öfke kontrolü, duygularla baş edebilme, toplumsal kurallara uyum gibi noktalarda zorlanmalarına neden olur. Yani şiddete ve suça çok daha kolay başvurabilirler. Bir diğer beyindeki deformasyon, korku ve öfke gibi vücudu alert edecek duygulanımların kontrolünden sorumlu olan Amigdala bölgesindedir. Erken yaşta olumsuz koşullar altında yetişen çocukların amigdalalarının normalden küçük olduğu tespit edilmiştir. Bu da ileriki yaşantılarında duygulanımlarını kontrol edememe, öfke patlamaları gibi olumsuzluklara sebebiyet vermektedir. Aynı etki kronik stresin varlığında da görülür. Kronik stres, vücutta stres hormonu olarak bilinen kortizol hormonunun beyinde fazla salgılanmasına neden olur. Uzun süre salgılanan bu hormon dürtülerin ketlenmesinden sorumlu frontal korkteksin küçülmesine neden olur. Amigdaladan çıkan öfke dürtüsü fonksiyonunu kaybetmiş frontal korteks tarafından durdurulamayınca şiddet ve suç davranışlarının ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Suçu yordamada, ergenlik ve sonrası dönemini kapsayan üçüncü etap ise kişilerin suç öğrenimleri, zayıf sosyal ilişkiler, olumsuz akran grubu etkileri, düşük sosyokültürel ve ekonomik düzey ve bunun gibi olumsuz sosyolojik etmenlerden oluşmaktadır. Bunlar suç işlemede risk faktörleridir. Yoksa sosyal ilişkileri çok iyi olan, eğitim seviyesi ve sosyoekonomik düzeyi yüksek insanların suç işlemeyecekleri anlamına gelmez. Bu gibi sosyolojik etmenler aynı zamanda dışarıdan istismar edilmeye de açıktır. Örneğin terör örgütlerinde bu istismar çok sık görülür. Grup psikolojisinin bütün kontrol mekanizmasını devre dışı bıraktıracak gücünü etkin bir şekilde kullanarak, kendi ideolojileri doğrultusunda insanları kolaylıkla manipüle ederler... yapılan bir araştırma da El-Kaide örgütüne alınanların %85’inin özellikle vatanından ayrı kalmış kişiler oldukları, vatan özlemlerini kullanarak kendilerine bağladıkları ve canlı bomba olacak kişileri bilhassa bu gruptan seçtikleri saptanmıştır.

İnsanın kişiliğinin oluşturan bu üç etap dışında hangi durumlar insanı suç işlemeye yöneltebilir? Yalnızca kişilikten kaynaklanmayan psikiyatrik, kalıtsal ve nörolojik temeller de suçu değerlendirmede dikkate alınması gereken farklı noktalardır.

Bazı psikiyatrik bozukluklara sahip kişilerin suç işleme potansiyeli daha yüksek olabilir. Toplumda psikopat olarak bilinen ve genellikle tanısı antisosyal kişilik bozukluğu olan kişilerde suç ve şiddetin bir yaşam biçimi olduğu dikkat çekmektedir. Psikoz başlığı altında tanımlanabilecek şizofreni, paranoid (sanrılı) bozukluklar; alkol ve madde bağımlılığı, mental retardasyon (zeka geriliği), duygulanım bozuklukları suç işleme oranlarının en yüksek olduğu psikiyatrik bozukluklardır.

Peki suç işleme de kalıtsal faktörler ne derece belirleyici? Yapılan araştırmalar kişinin kalıtımsal olarak suça eğilimli bir beyne sahip olabileceğini gösteriyor. Psikopatik eğilimlerin nesiller arası geçiş gösterdiği düşünülmekte. Ancak bu özelliklere sahip olmak bütünüyle kötü bir kaderin habercisi değil. Güvenlikten, asayişten sorumlu mesleklerde hafif psikopatik eğilimlerin olması meslekte başarıyı getirebilir. Suça eğilimli davranışlara neden olabilecek kişinin yaşadığı kazalar, kafa travmaları, hastalıklar, beyin kanaması vb. Nörolojik temelli durumlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Beyinde gerçekleşen lezyonların kişiyi suça yöneltebileceğini gösteren birçok vaka mevcuttur.

Suçu anlama, değerlendirme, cezalandırma ya da rehabilite yöntemlerinde hukuk, tıp, antropoloji, kriminoloji, sosyoloji, gibi birçok farklı disiplin bir arada çalışmaktadır. Bu yazıda multidisipliner yaklaşımın yalnızca psikolojik perspektifinden bakıldığı unutulmamalıdır.