Şubat 3, 2023 tarihinde yayınlandı
Dizilere ve filmlere çokça konu olan Stockholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiye duygusal olarak bağlanmasını ifade eder. Bu sendromu psikoloji literatürüne dahil eden olay şöyledir: 1973 yılında İsveç'in Stockholm kentinde meydana gelen bir banka soygununda 4 kişi rehin alınır. Polisle uzun süren çatışma sırasında, esir banka çalışanlarının çoğu soygunculara sempati duymaya başlar. Serbest bırakıldıktan sonra bazı banka çalışanları mahkemede soyguncular aleyhine tanıklık etmeyi reddeder. Olayı araştıran bir kriminolog ve psikiyatrist, bazı banka çalışanlarının soygunculara gösterdiği yakınlığı tanımlamak için "Stockholm Sendromu" terimini geliştirir. Stockholm sendromunda gerçekleşen duygusal bağlanma, travmatik bir bağlanmadır ve çok ağır stres durumunda ortaya çıkar. Yani yoğun stres ve korku durumlarında kişi hayatta kalmak için ya mücadele eder, savaşır ya da kaçmaya çalışacaktır. İkisini de yapamadığı durumlarda çocukluk dönemine regresyon (gerileme) gelişir. Bu da bağlanma ve itaati getirir. Bilinçaltı o kişiye bağlanarak hayatta kalma şansını arttırır. Amaç bu zor koşulda en azından yaşamı daha kolay kılınabilir hale getirmektir. Bu duruma "Travmatik İnfantilizm" adı da verilmekte. Stockholm sendromunu bir başa çıkma mekanizması ya da hayatta kalma içgüdüsü olarak nitelendirebiliriz.
Yaşanan duygusal bağlanmanın devamını ve yoğunluğunu etkileyen bir çok durum olabilir. Esirin maruz kaldığı süre, rehin alan kişinin esire yakınlığı ve davranış şekli, bir iyi bir kötü davranışlar yani tutarsız tavırlar kişinin bağlanma derecesini arttırabilir. Rehin alınan kişinin kendi ortamından psikolojik olarak ne kadar uzaklaştığı da bunda belirleyicidir. İzolasyon sürecini yoğun yaşamış ve bir şekilde rehinelik durumuna adapte olmuş kişi, eski hayatına döndüğünde psikolojik olarak eski hayatından çok uzaklaşmış ise bu kişilerde duygusal bağlanma daha güçlü olabilir.
Stockholm sendromunda gelişen sevgi/aşk sağlıksız bir bağlanma türüdür. Kişiler bunu fark etse bile genellikle yaşadıkları bu durumu rasyonalize etme yani mantıksallaştırma eğiliminde oluyorlar. Örneğin yapılan küçük bir iyiliği yoğun bir minnet duygusuyla karşılayabiliyorlar. İstismarcı kişiye karşı empati geliştirip yaptıklarını gerekçelendirebiliyorlar.
Travmatik bağlanmayı bir başa çıkma mekanizması olarak değerlendirdiğimizde görülen, çocukluk döneminin en basit ve ilkel başa çıkma mekanizması olduğudur. Eğer kişi ilerleyen gelişim sürecinde yaşadığı sorunlara ilişkin farklı başa çıkma mekanizması geliştirememişse ilk ve ilkel olana gidecektir. Stockholm sendromuna yakalanan kişiler başka sorunlara karşı da etkili başa çıkma stratejisi geliştirmemiş kişiler olabilir. Ancak her ne olursa olsun hayati tehlike, dış dünyadan soyutlanma bütün başa çıkma mekanizmalarınızı altüst edebilir.
Hayati tehlike, izolasyon, yoğun çaresizlik duygularının eşlik ettiği benzer her durumda Stockholm sendromu görülebilir. Örneğin istismara uğrayan bir çocuk ile istismarcı ebeveyni arasında, uzun süreli hapis yaşantısında gardiyan ile tutuklu arasında. Bunlara benzer travmatik olaylar neticesinde gelişebilir.
Bu sendromundan birincil tedavi yolu psikoterapidir. Genellikle ağır bir tablo izleyen bu vakalarda . Yaşanan güçlü bağın ortadan kalkması için en etkili yöntem kişiye uygun bir psikoterapi yönteminin seçilmesi. Farklı psikoterapi teknikleri ile gerçekleştirilen travma terapilerinde genel hedef, güvenliğin tesis edilmesi, farkındalığın arttırılması ve hayatla yeniden bağ kurmayı içerir. Kişinin gösterdiği semptomlara bağlı olarak farmakolojik tedavide uygulanabilir.